Yükseköğretim Politikaları



Üniversitelerin denetiminde doğru yaklaşım, “süreç kontrolü” değil “sonuç kontrolü” olmalıdır…

Üniversite yönetimi alanında tecrübe, bilgi ve uzmanlık yine üniversitelerimizin bünyesindedir; danışma-tartışma süreci uzun sürecek olsa da üniversitelere danışmadan aceleyle alınan kararlar ağır maliyetlerle sonuçlanacak yeni deneyler olmaktan ileri gitmeyecektir. Akademik, idari ve mali kararlarında sürekli olarak kısıtlandıkları, dışarıdan gelen ayrıntılı kurallara tabi oldukları müddetçe, devlet üniversitelerimizin arzu edilen kurumsal olgunluğa erişmeleri, rüştlerini ispat etmeleri mümkün değildir. Üniversitelerin denetiminde doğru yaklaşımın, “süreç kontrolü” değil “sonuç kontrolü” olduğu hatırlanmalıdır. Bugün, bu alanda bir çelişki yaşadığımızı düşünüyorum. Bir taraftan toplumumuzda yükseköğretime büyük bir talep varken ve üniversitelerden büyük beklentiler dile getirilirken, yükseköğretim sistemimizin geleceğini kapsamlı bir şekilde tartışmaktan uzak duruyoruz.

Türk yükseköğretim sisteminin sorunlarına yönelik köklü çözümler getirmemiz gerekmektedir. Bu kapsamda, yükseköğretim kurumlarına sağlanan olanakların genişletilmesi; akademisyenlik mesleğinin cazip kılınması; akademik, idari ve mali özerkliğin artırılmasına yönelik tutarlı bir arayış içine girilmelidir. (2008)

Üniversiteler, “toplumun kendilerine verdiği önem ve destekle yükselirler”…

Üniversiteler, toplumun kendilerine verdiği önem ve destekle yükselirler. Toplumun geleceğini kurgulayan bilgi ve yaratıcı güç kaynağı olarak görev yapabilmeleri için, üniversitelerimiz özerk olmalıdır. Beklentimiz, toplumumuzda bilgiye, öğrenmeye daha fazla değer verilmesi ve bilgi kaynağı ve öğrenme ortamı olan üniversitelerimizin gelişmelerine olanak sağlanmasıdır. (2008)


Üniversitelerin, toplumlar için önemini hepimiz biliyoruz ve sık sık tekrarlıyoruz. Ancak, kurum olarak üniversitelerin toplum içindeki özel konumunu vurgulayacak ve size ilginç gelebilecek bir bilgi vermek istiyorum. Dünyada üniversitelerin gelişimine baktığımızda, günümüzden 500 yıl önce faaliyette olan üniversitelerin %75’inin bugün hala faaliyetlerini devam ettirdiğini görüyoruz. Ancak, bundan 500 yıl öncesinin dünyasında var olan devletleri düşünelim: bu devletlerden bugün aynı şekilde varlığını hâlâ sürdüren, yanılmıyorsam, sadece 2 devlet var. Evet, bu açıdan bakıldığında üniversitelerin devletlerden daha kalıcı kurumlar olabildikleri görülmektedir. Ancak, tabii ki, başarısız olup kapılarını kapatmış üniversiteler olmuştur. Bunun örneklerini, son dönemlerde de gördük ve bundan sonra da görmeye devam edeceğiz. Bu vurguyu yapmamın nedeni, üniversitelere verilen önemin, o toplumun yaşamında çok uzun yıllar etki yaratacağının altını çizmektir. Yükseköğretim sisteminde alınan kararların, yapılan yatırımların, izlenen politikaların, toplumun geleceğini nesiller boyunca etkileyeceği bilinmelidir. (2009)

Yükseköğretim sisteminin yeni bir vizyona, liderliğe ve etkili yönetime ihtiyacı vardır…

Bugün, Türk yükseköğretim sisteminin yeni bir vizyona, liderliğe ve etkili yönetime ihtiyacı vardır.

Çünkü, talep trendindeki değişimlerden ve piyasa koşullarından kopuk olarak, devlet ve vakıf üniversitelerinde yaratılan ek kapasitenin, Türk yükseköğretim sistemini büyüttüğünü, ama bu büyümenin gelişme anlamına gelmediğini görüyoruz.

Çünkü, sektördeki talep fazlasının ve hızlı büyümenin sakladığı kaynak, kalite ve yönetim sorunları artık hızla su yüzüne çıkıyor.

Çünkü, Türk yükseköğretim sektörünün ve genel olarak eğitim sistemimizin kalitesi hızlı bir şekilde düşüyor ve eğitim sistemimiz ülkemizin uluslararası rekabetinde giderek artan bir dezavantaj haline geliyor.

Çünkü, üniversiteler kurulurken atılan ilk harcın, koyulan ilk köşe taşlarının çok önemli olduğunu; zengin ve rekabet gücü yüksek bir ülkede bile, artan talebi karşılamak için 40 yıl önce alelacele ve yetersiz kaynaklarla kurulmuş olan üniversitelerin kalite sorunlarının çok kalıcı olabildiğini biliyoruz. (2010)


Beklentimiz, temel akademik değerleri benimseyen ve ulusal gündemle kısıtlı kalmayan bir vizyonla hareket edilmesidir. Ülkemizin kalkınmasında ve uluslararası rekabetinde lokomotif rolü oynayacak bir yükseköğretim sektörünün yaratılması için gerekli adımlar dikkat ve özenle atılmalıdır. Ana seçimlerin doğru olması tabii ki esas konudur, ama ayrıntılar bile önemli olacaktır. Bu süreç içinde, önerilerin paylaşımcı, şeffaf ve yapıcı bir ortamda üniversitelerle ve uzmanlarla tartışılmasını bekliyoruz. (2011)

Üniversitelerde liyakate dayalı kültür desteklenmeli ve tüm ülkeye yaygın kılınmalıdır…

Yükseköğretim sektöründe somut kalite kıstaslarının öne çıkartılması ve liyakat ilkelerine titizlikle bağlı kalınması her şeyden önce gelmektedir. Üniversitelerin mali kaynakları ve fiziksel donanımı kadar, insan kaynaklarına yatırım yapılması ve doğru yöneti(şi)m modelinin üniversitelerimize yerleşmesi önemlidir. (2010)


Bir toplumda veya kurumda liyakatın öne çıkması, yapılan atamaların ve verilen yetkilerin, zenginlik, akraba ilişkileri, sınıf ve grup üyeliği, arkadaşlık-dostluk, kıdem, popülerlik/oy, sosyal konum veya politik iktidara dayalı olarak değil, kişilerin liyakatine yani yetenek, birikim, uzmanlık ve performansına dayanması demektir. (2009)


Kurumlarımızda liyakate dayalı kültürün desteklenmesi ve tüm ülkeye yaygın kılınması çok önemlidir. Ancak, toplumumuzda liyakatın öne çıkarılması çağrısı, Sosyal Darwinizm savunuculuğu değildir. Tam aksine, toplumda dengesizliklerin giderilmesi, rekabette dezavantajlı olan kesimlere olanaklar sağlanması, sosyal ve ekonomik hareketlilik (mobilite) kanallarının açık tutulması, sosyal adalet ve demokrasi ilkelerinin yaşama geçirilmesinin gereğidir.

Bununla birlikte, toplumun her kesimine eşit fırsatlar yaratamadığımız, liyakati topluma yayamadığımız için ortaya çıkan dengesizliklerle başa çıkma yolu; başarılı olanların çabalarını yok saymak, liyakat ilkelerini göz ardı etmek, kalite düzeyini aşağıya çekmek ve alınan popülist önlemlerle günü kurtarmak olmamalıdır. (2009)

Üniversiteler siyasi iradeden bağımsız olmalıdır…

Hepimizin bildiği nedenlerle bilim ve sanat kurumlarının siyasi iradeden bağımsız olmaları, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir koşuldur. Bu nedenle, tüm demokratik ülkelerde üniversitelere, akademik konularda olduğu gibi idari ve mali konularda da özerklik verilmiştir. İdari özerkliğin en önemli boyutu, akademisyenlerin üniversite yönetim kadrolarının seçiminde söz sahibi olması ve üniversitenin akademik değerlere bağlı, katılımcı ve demokratik bir anlayışla yönetilmesidir. Son dönemde, rektör ve dekan gibi üst düzey yöneticilerin belirlenmesinde seçim sisteminin “sağlıksız sonuçlar verdiğini” iddia edenlere iki noktayı hatırlatmak istiyorum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi gibi devlet üniversitelerimiz, yaklaşık 25 yıldır akademisyenlerinin seçtiği kadrolarca yönetilmekte ve başarılarını kesintisiz olarak sürdürmektedir. İkinci nokta ise, bu kurumlarımızın başarısında katılımcı ve demokratik kültürlerinin oynadığı çok önemli roldür. (2014)

Üniversite “bürokratik yapılanmanın sınırlarına hapsedilemez”…

Liyakat ile şeffaflık ve objektiflik ilkeleri arasındaki ilişki hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Bir kurumun kararlarındaki şeffaflığın, seçimlerindeki objektifliğin, o kurumda liyakati ve rasyonel işleyişi destekleyeceği düşünülür. Ve bu düşünce genellikle doğrudur. Bu nedenle, bürokrasilerde kararları standartlaştıran objektif kıstaslar ve şeffaf yöntemler getirilir. Nitekim bürokratik yapılaşmanın, rutin ve standartlaştırılmış görevleri yerine getiren kurumlarda başarılı olduğunu biliyoruz.

Oysa üniversiteler, bürokratik yapılaşmadan uzak durulması gereken kurumların en tipik örneğidir. Sürekli değişen bilim ve eğitim dünyasının, yenilik ve yaratıcılıkla yarışılan ortamında üniversiteler bürokratik bir yapı içinde başarılı olamazlar. Eğitim ve araştırma dünyasında, doğru kararların verilmesi için gerekli uzmanlık, yapının tepesinde değil uygulayıcı alt-birimlerindedir. Böyle bir ortamda, bürokratik anlayışın, merkezileşmiş kıstas ve yöntemlerin yanlış sonuçlara yol açtığı bilinmelidir.

Ülkemizde üniversitelerin birbirinden çok farklı profillerinin, geçmişlerinin, örgütsel kültürlerinin ve misyonlarının olması bu tür merkezi düzenlemeleri ve bürokratik yapılanmayı daha da geçersiz kılmaktadır.

Bu nedenle, son yıllarda ülkemizde üniversitelerin akademik ve idari kararlarını merkezi kurallara bağlama yönündeki düzenlemelerin, liyakati ve rasyonel işleyişi olumsuz yönde etkilemesi hiç de şaşırtıcı değildir. Araştırma görevlisi, okutman, uzman atamaları için getirilen yönetmeliğin, ihtiyaca uygun nitelikte eleman alımını önlediği ve liyakati güvence altına almadığı açıkça ortadadır. İdari personel yükseltmeleri için getirilen sınav sisteminin sonuçları da, objektifliğin işlevsel olmadığı; şeffaflığın liyakati ödüllendirmediği örnekleri yoğun olarak önümüze koymaktadır.

Doğru anlayış, üniversitelerin nasıl karar vereceklerini, nasıl seçim yapacaklarını kurallara bağlamak değildir. Doğru anlayış, üniversitelere daha fazla güvenmek, farklı misyonlarına uygun şekilde işleyebilmeleri için yetki vermektir. Üniversiteler için geçerli olan denetim, bilime sağlanan katkı ve topluma sunulan hizmetler üzerinden olmalıdır. (2009)